Breton ve arkadaşları 1924 yılında bir araya gelerek bir manifesto yayımlarlar. Manifestoda üzerinde durulan konu otomatizm ve oneirizmdir. Otomatizm insanın bilincindeki her türlü bilinen kalıpları ve kuralları yıkarak kendiliğinden ve kontrolsüz bir biçimde iç dünyasını dışa vurmasıdır. Saf bir ruh otomatizmiyle insan bilinçaltının karanlık ve karmaşık sırlarını sanat/edebiyatın yegâne konusu yapan sürrealizmin ilke ve niteliklerini şu başlıklar altında izah etmek mümkündür.
İnsanın dünyayı ve evreni yarı bilinçsiz bir halde rüya gibi algılaması gerekir ki bu durum psikiyatride oneirizm olarak adlandırılır.
Akla Karşı Olma ve Bilinçaltını Esas Kabul Etme: Sürrealistlere göre sanattaki her türlü gerçek, yaratışın kaynağı olan bilinçaltındadır. Bu döneme kadar olan insan, hayat ve sanatın tek belirleyicisi ve yönlendiricisi akıl, zekâ ve mantık olmuştur. Hâlbuki böyle bir tavır, insanın son derece eksik ve tek yönlü olarak tanınmasına sebebiyet vermiştir. Üstelik bu tanıma, onun yapmacıklı veya maskeli yanıdır. Bu yolla saf ve asıl insana; onun gerçekliğine ulaşmak mümkün değildir. Gerçek insana ulaşmak, öncelikle onun bilinçaltına inilmesi ve bilinçaltının boşaltılması ile mümkün olabilir. Bunun tek yolu ise rüyadır. İnsan rüyada tam bir hürriyet içindedir. Rüya hâlini elde etmenin yolu ise hipnotizmadır.
Gerçeküstücüler, her türlü sanat kurallarına, ahlâkî değer ve töreye, hatta deneye karşı çıkarlar. Aklın ürünü olan bu değerler, bilinçaltının su yüzüne çıkmasına engeldir. Temel amac; bilinçaltının gizli dünyasını serbest çağrışım yoluyla ifade etmektir. Böylece akılla sınırlanan gerçeği aşmak amacında olan sürrealizm, sanatı aklın ürünü olmaktan çıkararak tesadüf ve otomatizmanın ürünü hâline getirmiş olur. Aklı, hayat ve sanattan kovar. Zira akımın amacı, düşüncenin gerçek işleyişini aktarmak ve düşüncenin sonucunu saf bir biçimde vermektir. Nitekim Breton’a göre sürrealizm şudur:
“Sürrealizm söz, yazı, herhangi bir yolla da olsa düşüncenin gerçek işleyişini belli etmek için başvurulan katıksız ruh otomatizmidir. Aklın hiçbir denetimi olmadan, her türlü estetik ve ahlâk kaygısı dışında, düşüncenin yazılışıdır.
Sürrealizm bugüne kadar ihmal edilmiş olan bazı biçimlerin üstün varlığını, rüyanın büyük gücünü, düşüncenin yararlı olmayan oyununu kabul eden inanca dayanıyor. Sürrealizm, bütün ruh mekanizmalarını yok etmek ve hayatın belli başlı sorunlarının çözümünde onların yerine geçmek eğilimindedir.”
“Sürrealist eser aykırılıklarla, zıtlıklarla, gerçekle her türlü bağı kesmiş; yitirilmiş olarak kendini gösterir. Sürrealizm, hayal dünyasının çevirisidir. O hayal dünyası ki, içindeki gerçekçi öğeler soyut, soyut öğeler de gerçek olabilir. Sürrealizmde gerçeğin normal açısı tam anlamıyla kapanmıştır. Sürrealizm saf bir psikolojik iradesizlik olup, onun anlatım aracı söz olsun, yazı olsun ya da doğrudan doğruya biçim olsun, her türlü yargılamadan uzakta, bütün estetik ve ahlâk kurallarının dışındadır. Sürrealizm diğer bütün psikolojik kuralları çürütmeye uğraşırken gerçek hayat sorunlarının çözülmesi için kendini onların yerine koymak ister. ”
Yukarıdaki izahlardan anlarız ki, sürrealizme konu teşkil eden malzeme aklî/rasyonel değildir. Onun malzemesi aklın ve iradenin dışında, kendiliğinden, otomatik olarak meydana çıkan ruhsal olaylar, bilinçaltından gelen çağrışımlar ve rüyalardır. Sürrealizm bu ruhsal olayları, oldukları gibi ve hiçbir müdahalede bulunmadan aktarmasıdır. Bu ilkelerin ışığında sürrealistler, realizm ve natüralizm olmak üzere pek çok akıma ve onların estetik görüşlerine karşı çıkmışlardır. Kısacası sürrealizm, “o döneme kadar göz ardı edilmiş olan bazı biçimlerin üstün gerçekliğine, düşün mutlak gücüne, amaçsız düşünceyle oynanan oyuna inanma üstüne kurulur”
Sürrealistler, anlayışlarını sanat ortamına taşırken birtakım tekniklerden faydalanırlar ki, bu teknikler onların sanatlarının nitelikleri olur. Bunları başında da “otomatik yazı” tekniği gelir.
Edebiyatı Otomatik Yazı Olarak Görme: Sürrealizmde sanat, akıl, mantık ve zekânın oynadığı bir hüner gösterme oyunu değil, şuuraltının aracısız ve engelsiz bir aktarımı; sanatçı da bir yaratıcı değil, iç beninin emirlerini kâğıda geçiren bir otomattır. Bu sebeple sanatı mantıkla açıklamaya kalkışmak mümkün değildir. Zaten mantık onu kavrayamaz.
Andre Breton, sürrealistlerin temel ilkelerinden biri durumundaki otomatik yazı hususunu şöyle açıklar:
‘‘Düşüncenizin kendi üzerinde toparlanmasına mümkün olduğu kadar elverişli olan bir yerde oturduktan sonra kâğıt, kalem getirin. Kendinizi elinizden gelen en pasif veya en alıcı duruma koyun. Kendi dehanızı, yeteneklerinizi ve başkalarınkini bir yana bırakın. Edebiyatın, insanı her şeye götüren bir yol olduğu içimizdedir. Önceden düşünülmüş hiçbir konu olmadan çabuk yazım, aklınızda tutamayacak ve yazdığınızı yeniden okumak isteğinde bulunmayacak kadar çabuk yazın. İlk cümle kendiliğinden gelecektir: her saniyede, dışarıya vurmaktan başka bir şey beklemeyen, bilinçli düşüncenize yabancı bir cümlenin bulunduğu muhakkaktır.”
Otomatik yazım özgür çağrışımlarla bir tür doğaçlama eylemidir. Bu eylem sonucunda ortaya çıkan nesne bir sonuçtan çok bir sürecin izlerini taşır. Otomatik yazıda noktalama işaretlerine, imlâ kurallarına lüzum olmadığı gibi, bunları kullanmaya kalkışmak tehlikelidir. Çünkü noktalama işaretleri ve imlâ kuralları, bilinçaltının akışına, bu akışın devamına engel olacaktır. Buna rağmen bilinçaltı akışı, herhangi bir sebepten kesintiye uğrayacak olursa, herhangi bir harf yazılır ve bu harfi takip edecek olan kelimelerin akışı beklenir. Otomatik yazının sonucu, hiçbir zaman aklın, estetik amaçların, ahlâkî değerlerin ve geleneğin denetimine tâbi tutulamaz.
Alaycı Tavır: Sürrealistler, mizah ve alaya büyük önem verirler; dolayısıyla sanatlarında alaycıdırlar. Onlar, hayat, toplum, insan ve olaylar karşısında alaycı bir tavır takınırlar. Bundaki amaçları, çevremizi, hayatımızı, inançlarımızı oluşturan değer ve kurumların hâkimiyetini; bundaki akıl ve mantık dokusunu kırmaktır. Zira onlar yeni bir dünya kurmak arzusundadırlar. Böyle bir dünyanın kurulabilmesi, insanın çıkar düşüncesinden, ikiyüzlülükten kurtulması ile mümkün olabilecektir.
Harikulâde Olana İlgi: Harikulâde, insan aklı ve mantığının gerçek diye ortaya koyduğu değer ve doğruları aşma eylemidir. Harikalar âleminde komik, olağanüstü ve esrarlı şeyler bir aradadır. İnsanı, aklın kabul ettiği gerçeklerin dışında yer alan hayal, fantezi, rüya ile yüz yüze getirir. Böylece akıl ve mantığın değerleri dengede sarsılma meydana gelir.
Rüyayı Önemseme: Sürrealistlerin temelindeki tarzlarından biri rüyadır. Rüya, insanın kendi iç dünyasına yönelme, bu dünyanın sırlarını yakalama imkânı verir; akıl, mantık ve gözün gerçeklerinden uzaklaştırır. Rüyalar, uyanıkken yaşadığımız gerçeklerden daha da gerçektirler. Onlar, şuurumuzun bastırdığı şuuraltı gerçeklerinin sembolik dilidirler. Onda iki yüzlülük, çıkarcılık yoktur. Rüyalara sığınma, aynı zamanda hayatın çirkinliklerinden bir kaçış ve kurtuluştur.
Çılgınlığa Yönelme: Sürrealistler, akıl hastaları, uyuşturucu madde kullananlar ve paranoyalara karşı özel bir yakınlık ve ilgi duyarlar. Çünkü sarhoşluk, delilik, aklî dengesizlik, sürrealistlerin arzuladığı aklın kontrolünü ortadan kaldırarak asıl benliğin ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Böyle bir şuuraltı boşaltma eylemi, dengeli bir insan için anlamsız ve çılgınlık olacaktır.
Çocukluğa Dönüş: Sürrealistlerde dikkati çeken bir başka husus, çocukluk dönemine özlem ve bunun sonucu olarak çocukluğa dönüştür. Zira çocukluk, insan hayatının en hür, en serbest, en gerçekçi dönemidir. Breton bu konuda şunları söyler:
“Yaşama inancımız ne olursa olsun, sonunda gerçek yaşam kendini ortaya koyar ve inancımız da kaybolur. Yaşamdan bize aktarılan şeyde bir ömürdür. Hayal kırıklığı içinde insan kendini avuturken mutlu çocukluk günlerinde bulur. Birçok yaşamı birlikte sürdürme olanağı bulur. Bu hayal içinde tüm güçlükler ortadan kalkar. Öyle ya, çocuklar her sabah kaygıdan, tasadan uzak evlerinden çıkarlar. Her şey hazırdır.”
Sürrealistlere göre sanat, bir çeşit oyundur. Fakat büyüklerin oynadığı oyun. Örneğin, çocuk oyuncakları ile her türlü kayıttan azade muhayyilesindeki dünyayı kurar ve onun içinde yaşarsa, sanatkâr da bastırdığı arzu, istek ve hayallerini, sanatın imkânları içinde yaşar ve tatmin olur. Okuyucunun eserle bütünleşmesi, yazarın durumuyla paralellik gösterir.
Yeni ve Şaşırtıcı Bir Dil ve Üslûp: Sürrealistler, kendilerinden önceki edebî akımların, yüzyıllar boyunca geliştirip işledikleri gelenekleşmiş bütün sanat/edebiyat kurallarına karşıdırlar. Onlarla da alay ederler. Dilin belli gramer ve anlam kuralları çerçevesinde kullanımına da karşıdırlar. Jacobson’ın ‘edebiyat dilin ihlalidir’ biçiminde tanımladığı ‘yeni şiir’ özellikle dil ihlalleri ile yeni bir biçem oluşturmaya çalışmıştır.
Onlarda bireysel bir üslûp endişesi yoktur. Bu konuda büyük sanatkârlara özenmekten ısrarla kaçınırlar. Dilin kullanımında açık, anlamlı ve faydalı olmaya değer vermezler. İmaj kullanırlar. Ancak bu imaj, alışılmışın bir hayli dışında keyfi, şaşırtıcı ve yenidir. Kısacası sürrealistler, dilin kullanımında da bilinci çağrıştırabilecek her türlü tavırdan uzak durmaya gayret gösterirler. Nitekim bildirilerinden birinde ‘poetik’ olanla “uzaktan yakından” bir ilgilerinin olmadığını ve sürrealizmin bir edebiyat akımı değil bir felsefe olduğunu açıklarlar.